/ Pasajlar / Sanat, Mimarlık, Teknokrasi

Le Corbusier, Corbusierhaus (Unité d’Habitation), Berlin, 1959. Fotoğraf: Alexander Rentsch

 

Makineleşmenin [çağdaş sanattaki] etkilerini ortaya koymada, Bernard Rordorf’un “La Transformation de l’espace habité” (1975) başlıklı incelemesinden daha ufuk açıcı bir çalışma olmasa gerek. Rordorf, Le Corbusier üzerine bu incelemesinde, ele aldığı konuya gayet yakın olmasına, mimara duyduğu hayranlığa ve ilgiye rağmen şunu göstermiştir ki, özellikle de eski şehirlerdeki yerleşik örüntüleri yıkıp geçtiği yerlerde sanayi uygarlığımıza uygun düşecek bir mimari düzen tasarlamayı hedefleyen bu büyük yaratıcının en büyük arzusu, sanayileşmenin şiddetli büyümesinin yarattığı mekân dönüşümünü tamamına erdirmekti. Yapıyı seri üretim örüntüsüne göre rasyonelleştirme temennisi de, aslında teknokrasinin temelini oluşturan o kesinlik arzusundan gelir.

Le Corbusier’nin yeni malzemeler kullanmış olmasına, evleri birer fabrika gibi inşa etmiş olmasına dikkat çekmekte, kendi başına ilginç bir taraf yoktur. Mimarın, kendi geliştirdiği “Modular” standardıyla –ki buna göre insan yeniden her şeyin ölçüsü olmaktadır– kaçınılmaz olarak, işlevleri kategorilere ayıran katıksız teknolojik buyruğun hükmü altındaki evler inşa etmeye yöneldiğini görmek gerekir. Önceliğin daima motorlu taşıt trafiğine verilmiş olması anlamlıdır: Rordorf’un belirttiği üzere, “kentsel işlevlerin birbirinden ayrılmasında olduğu gibi, trafik de –ki bu işlev ayrışmasının özgül örneklerinden biridir– şehre yaşam veya hareket katmak şöyle dursun, şehrin mekânını ve yaşamını yok eder.” Rordorf devamında, Le Corbusier’nin mimarisinin, sadece üretimin önemli sayıldığı, kültürün salt boş zaman etkinliği olduğu bir toplumun mahiyetini yansıttığını gösterir. “Mekânın bölmelere ayrılmasına,” diye yazar, “davranışlardaki uzmanlaşma eşlik eder. […] İnsan münferit faaliyetlere, birbirinden ayrı ihtiyaçlara bölünür. […] İşlevselcilik, genel toplumsal disiplinin mimari yansımasından ibarettir.” Le Corbusier’nin Cité Radieuse tasarımının “Otoriteye” ithaf edildiğini de hatırlatır Rordorf. “[Corbusier’nin] ‘neşe mimarisi’, aslında incelikten yoksun, hatta otoriter bir örüntü uyarınca faydalı ve temiz eğlencenin organizasyonu anlamına gelir.”

 

Le Corbusier, Cité Radieuse, Marsilya, 1947-1952.

 

Mimarlık burada modern teknolojinin en belirgin özelliklerinden birine örnek teşkil eder: her şeyin makineye dönüşmesine. Bir düğmeyi çevirirsiniz ve bina “çalışmaya” başlar. O yüzden şöyle der Corbusier: “Her yere nüfuz eden bu teknolojiler çağında, tüm ülkeler ve tüm iklimler için tek bir ev türü öneriyorum: kusursuz nefesin evi.” Rordorf buna şöyle cevap verir: “Corbusier’nin asıl yapmak istediği, hepimizi dev bir oksijen tüpüne bağlamaktı!” Teknoloji gibi, bu mimarlık türü de, her biri kendine ait açık bir işlevi olan türdeş öğeleri biraraya getirmeyi istemektedir. Mimar, sınırları belirlenmiş bir mekân içerisindeki sağın [exact] bir sentaksın idarecisi haline gelir. (Nitekim bu mefhum –sınırları belirlenmiş bir mekân içerisindeki sağın bir sentaks– modern sanatın tamamı için geçerli olan bir tanımdır.) Le Corbusier’den türeyen mimarlık ve şehir plancılığı türü, her türlü farklılığın yadsınmasını gerektirir, “insanın hem derinliğini hem kendiliğindenliğini kaybetmiş olması bundandır”. İnsan artık, Le Lannou’nun ortaya attığı kavramla söylersek, bir yerin “sakini” [habitant] olamaz; ve bizzat bu koşul, daha doğrusu koşul yokluğu, insanın ve evinin bugün içinde bulunduğu teknokrat ürünü ortamın dolaysız ifadesidir. Rordorf durumu güzel tarif ediyor: “Bir sanat dalı,” diyor, “kendi kendini inkâr etmiştir: İnsana yeni bir yer bulurken, insanı imha etmiştir.” İşte bütün modern sanatın hatası ve iç çelişkisi de tam olarak budur.

 

Jacques Ellul’un “Remarks on Technology and Art” adlı yazısının “Art and Technology” başlıklı bölümünden alındı. Kaynak: Bulletin of Science, Technology & Society, cilt 21, sayı 1, Şubat 2001, s. 26-37; İngilizceye çeviren Daniel Hofstadter. İlk yayınlandığı yer: Social Research, 46, 1979, s. 805-833.

modern mimarlık, pasajlar