/ Pasajlar / Sanatın Varlık Sebebi

Aşağıdaki metin, Ingmar Bergman’ın 1965 baharında Amsterdam’da düzenlenen Erasmus ödül töreni için hazırladığı konuşmadan alınmıştır (İngilizceye çeviren: Keith Bradfield). Erasmus Ödülü’nü Charles Chaplin’le paylaşan Bergman rahatsızlığı nedeniyle törene katılamamıştır.

 

Ingmar Bergman, 1918-2007

 

Sanatsal yaratıcılık bende kendini her zaman bir tür açlık olarak göstermiştir. İçimdeki bu ihtiyacı bir doyumun hazzıyla izledim ama bu açlığın neden baş gösterdiğini ve doyurulmak istediğini kendimi bildim bileli sormadım. Son birkaç yıldır, bu açlık hafifleyip başka bir şeye dönüştükçe, “sanatsal faaliyetim”in altındaki sebebi saptamaya çalışmanın önemli olduğunu hissetmeye başladım.

[…]

Kendime ifade aracı olarak sinemayı seçmem gerektiği oldukça açıktı. Yoksun olduğum sözcüklerin, asla hâkim olmadığım müziğin ve beni heyecanlandırmayan resmin yöresinden dolanan bir dilde derdimi anlattım. Birdenbire etrafımdaki dünyayla, zihnin denetiminden neredeyse şehvetle kaçınan bir biçimde, tam manasıyla ruhlar arasında konuşulan bir dilde yazışma olanağım doğdu.

Çocukluğumun ketlenmiş bütün açlığıyla daldım mecrama ve yirmi yıl boyunca, handiyse zıvanadan çıkmış bir halde rüyalar, tensel deneyimler, fanteziler, delilik patlamaları, nevrozlar, inanç kasılmaları ve apaçık yalanlar aktardım. Açlığım sürekli yenilendi. Para, ün ve başarı ilerlememin şaşırtıcı fakat temelde ehemmiyetsiz neticeleri oldular. Bunu diyerek, başarmış olabileceğim hiçbir şeyi ucuzlaştırmak istemem. İnanıyorum ki yaptıklarımın bir önemi vardı, belki de hâlâ var. En büyük tesellim, olup biteni yeni ve daha az romantik bir gözle görebilmem. Kişisel tatmin olarak sanat, bilhassa sanatçının kendisi için önemli olabilir.

Bugün durum daha az karmaşık, daha az ilginç ve en önemlisi de daha az göz kamaştırıcı.

Tamamen dürüst olmam gerekirse, artık sanatın (ve yalnızca sinema sanatının da değil) önemsiz olduğunu düşünüyorum.

 

                                  Erland Josephson ve Ingmar Bergman, Fanny ve Alexander filminin setinde, 1982

 

Edebiyat, resim, müzik, sinema, tiyatro, kendi kendilerini yaratır ve doğururlar. Yeni mutasyonlar ve kombinasyonlar ortaya çıkar ve yok olur; dışarıdan görüldüğü haliyle bu devinimin gergin bir canlılığı vardır: Sanatçıların, hem kendilerine hem de giderek ilgisini kaybeden bir kitleye, artık ne düşündüklerini veya neye inandıklarını sormayan bir dünyanın resimlerini yansıtma yönündeki olağanüstü gayretini içerir. Bazı durumlarda sanatçılar cezalandırılır; tehlikeli oldukları, susturulmaları veya denetlenmeleri gerektiği düşünülür. Gelgelelim genel olarak sanat özgürdür, utanmazdır, sorumsuzdur, ve dediğim gibi devinim yoğun, neredeyse hummalıdır; bence, içi karıncalarla dolu bir yılan derisini andırır. Yılan öleli çok olmuştur, içi kemirilip yenmiş, zehrinden arındırılmıştır; ama telaşlı bir yaşamı barındıran deri hareket etmeye devam eder.

Eğer şimdi kendimi de bu karıncalardan biri olarak görüyorsam, bu faaliyete daha fazla devam etmek için bir sebep olup olmadığını sormalıyım kendime. Yanıt evet. Her ne kadar tiyatroyu, daha iyi günleri olmuş, yaşlı ve çok sevilmiş bir cariye olarak görsem de. Her ne kadar Western’leri, benim gibi pek çok kişiyle birlikte, Antonioni’den ya da Bergman’dan daha heyecan verici bulsam da. Her ne kadar yeni müzik, matematikle seyrelttiği hava yüzünden bizde boğulma hissi uyandırsa da; her ne kadar resim ve heykel, felç edici özgürlük içinde kısırlaştırılıp tükenmiş olsa da. Her ne kadar edebiyat, mesajsız ve tehlikesiz bir sözcükler yığınına dönüştürülmüş olsa da.

Hiç yazmayan şairler vardır çünkü onlar yaşamlarını şiir gibi şekillendirirler; hiçbir rolü icra etmeyen, ama yaşamlarını büyük bir tiyatro oyunu gibi canlandıran oyuncular vardır. Hiç resim yapmayan ressamlar vardır çünkü gözlerini kapar ve göz kapaklarının gerisinde en harikulade sanat eserlerini canlandırırlar. Filmlerini yaşayan, ve onları gerçeklikte somutlaştırarak bu yeteneklerini asla suiistimal etmeyecek sinemacılar vardır.

Aynı şekilde, insanların da, sürekli kısmi trajediler halinde patlayan bir dramanın ortasında yaşadıkları için bugün sinemayı reddedebileceklerine inanıyorum. Müziğe ihtiyaçları yok çünkü kulakları her dakika, acı eşiğinin hem erişildiği hem de geçildiği büyük ses kasırgalarının bombardımanına uğruyor. Şiire ihtiyaçları yok çünkü yeni dünya felsefesi onları, ilginç olsalar da şiirin işine yaramayacak metabolizma sorunlarına mahkûm işlevsel mahluklara dönüştürdü.

İnsan (kendime ve etrafımdaki dünyaya ilişkin deneyimlerimden çıkardığım kadarıyla) kendisini özgürleştirdi; korkutucu, nefes kesici bir özgürlük. Din ve sanat duygusal sebeplerle canlı tutuluyor – geçmişe gösterilen geleneksel bir hürmetten, ya da giderek asabileşen aylak yurttaşlar için duyulan endişeden ötürü.

Hâlâ öznel görüşümü beyan ediyorum. Umuyorum ve inanıyorum ki, başkalarının daha dengeli, sözde daha nesnel görüşleri vardır. Eğer şimdi tüm bu talihsiz etmenleri göz önüne alıp her şeye rağmen sanat yapmaya devam etmek istediğimi belirtiyorsam, bunun gayet basit tek bir sebebi var. (Hiçbir maddi kaygıyı dikkate almayacağım.)

Bu sebep, merak. Beni ileri taşıyan, bana asla huzur vermeyen ve hemcinslerimin dostluğuna duyduğum açlığı tamamen ikame eden hudutsuz, asla tatmin olmayan, devamlı yenilenen, dayanılmaz merak.

Kendimi uzun bir mahkûmiyetten sonra dışarıda gürleyen, uğuldayan, burnundan soluyan dünyanın içine aniden düşmüş bir mahkûm gibi hissediyorum. Dediğim dedik bir merakın avcundayım. Not alıyorum, gözlemliyorum, gözlerim yanımda, her şey gerçekdışı, fantastik, korkutucu ya da saçma. Uçan bir toz zerresi yakalıyorum, belki de bu bir film, peki ne önemi olacak: hiç, ama ben onu ilginç buluyorum, dolayısıyla bir film. Kendim için yakaladığım nesnelerle birlikte dönüp duruyorum ve neşe ya da hüzün dolu bir meşguliyet içindeyim. Diğer karıncalarla birlikte ite kaka ilerliyorum yolumda, muazzam bir iş yapıyoruz. Yılan derisi hareket ediyor.

Benim hakikatim sadece ve sadece budur. Başkaları için de geçerli olsun diye bir derdim yok, ve ebedi huzur açısından bakıldığında elbette zayıf kalıyor. Ama önümüzdeki birkaç yılın sanatsal faaliyetinin temeli olarak gayet yeterli, en azından benim için.

İnsanın sırf kendisi için sanatçı olması her zaman pek makbul olmuyor. Fakat çok önemli bir faydası var: sanatçı, sadece kendisi için var olan diğer tüm mahlûklarla aynı yeri paylaşıyor. Hep birlikte, soğuk ve boş bir semanın altındaki ılık, tozlu toprak üzerinde bencilce yaşayan epey kalabalık bir kardeşlik oluşturuyoruz.

sinema, pasajlar