Paula Rego (1935-2022)

Aşağıdaki metin, 8 Haziran 2022’de ölen Paula Rego’nun hayatı ve eserleri üzerine Jonathan Jones ve Michael McNay’in kaleme aldıkları iki ayrı yazıdan derlenerek çevrildi. Kaynaklar paragrafların sonundaki notlarda verildi.

 

Paula Rego, Polis Kızı, 1987

 

Paula Rego’nun hayal gücündeki habis taraf, 1987 tarihli Polis Kızı adlı resminde rugan gibi parlıyor. Bir genç kız, başlıkta dendiği gibi, babasının çizmesini cilalıyor. Adam ortada görünmüyor, ama otoriter bir zorba olduğunu çıkarsadığımız bir erkeğin hayaleti, o fetiş nesnede, adama ait çizmede varlığını hissettiriyor. Kızın bir kolu ta tabanına kadar çizmenin içine girmiş – sanki kız gaddarlığın cisimleşmiş hali olan bu nesne tarafından yutuluyor veya bile isteye onunla şaibeli bir tensel yakınlığa bırakıyor kendini.

1935’te Portekiz’de doğan Rego, anne-babasının teşvikiyle Salazar’ın diktatörlüğünden kaçıp  eğitimini Britanya’da tamamladı. 1950’lerde Slade’de güzel sanatlar okurken, Mısır doğumlu sanatçı Victor Willing’le tanıştı.[1]

Kendisinden yedi yaş büyük olan Willing o sırada evliydi ve o dönem kuşağının en iyi ressamlarından biri olarak kabul ediliyordu. Rego 1956’da, okuldaki son yılında hamile kaldı ve bebeğini doğurmak için Portekiz’e döndü. Willing karısından ayrılıp Rego’nun yanına gitti ve 1959’da evlendiler; iki çocukları daha oldu. Willing, depresyonla baş edebilmesi için Rego’yu resim yapmaya teşvik etti, ancak desenlerinde güçlü bir çizgiye ulaşmış olmasına ve Londra’da sık sık çalıştığı bir atölyesi olmasına rağmen, Rego hep gözlerden uzak kaldı.

 

Paula Rego, Salazar Anavatanı Kusuyor, 1960.

 

1966’da Willing’e MS (multipl skleroz) teşhisi kondu; on yıl sonra aile daimi olarak Londra’ya taşındı. Rego, 1970’lerde Lizbon’da açtığı bir-iki sergi sayılmazsa, gözden kaybolmuştu. 1981’de, 46 yaşındayken, birdenbire Londra’da ilk kişisel sergisini açtı, ancak –Jackson Pollock’un karısı Lee Krasner’ın ve daha kim bilir kaç kadının kariyerine benzer biçimde– Willing’in öldüğü 1988 yılına kadar tam anlamıyla göz önüne çıkmaya cesaret edemedi.

Rego, soyut resmi denediğini ancak pek iyi olmadığını söylüyordu. Oysa tersine, daha uygun bir terim bulunmadığından soyut ekspresyonist olarak tarif edilebilecek ilk eserleri, daha sonraki figürasyonları kadar sarsıcıydı.

Willing, çocukken oynadığı bez hayvan oyuncaklarıyla bir tiyatro kurduğunu anlatmıştı Rego’ya. O da bu fikri geliştirip, tuval üzerinde ayılar ve kırmızı maymunlarla kendi tiyatrosunu yarattı; ama gece yatağa alınan şirin hayvancıklar değildi onunkiler, uzuvları kesilmiş, insana benzeyen kötücül yaratıklardı. Resimlerinden birinde, kırmızı maymunun karısı, o kusarken kuyruğunu kesiyordu. Willing bu sembolizmin ne anlama geldiğini gayet iyi biliyor, onu teşvik ediyordu. Her zaman Rego’nun en sağlam eleştirmeni olmuştu, onun yazıları bugün de Rego’nun eserleri üzerine en yetkin yorumları içermektedir.[2]

 

Paula Rego, Pamuk Prenses ile Üvey Annesi, 1995

 

Bazı resim ve baskılarında Rego klasik hikâyeleri keskin çarpıtmalarla yeniden canlandırıyordu: 1995 tarihli Pamuk Prenses ile Üvey Annesi adlı resminde, kaba saba, çirkin bir kız çocuğunun velisi, ayağında ince topuklularıyla, bakire olup olmadığını, yani bir prensle evlenmeye uygun olup olmadığını kontrol etmek için kızın külodunu indiriyor.

Aile adlı resimde, ailenin erkeği karısı ile kızının ellerine teslim olmuş, kadınla çocuk adamı soyuyor veya giydiriyorlar. Kız, adamın pantolonunun kat yerini kuvvetle çekerken, karısı hülyalı hülyalı uzaklara bakıyor, bu çekilmez görevi kayıtsızca yerine getiriyor. Çünkü bu işi her gün yapmakta.

Rego’nun bu resmiyle birlikte cinsellik ve iktidara dair, zaman sınırlarını aşan diğer eserlerinin ilk kez Serpentine Gallery’de sergilendiği yıl, kocası Willing yıllardır mustarip olduğu MS hastalığı nedeniyle ölmüştü. Yani Aile resmindeki adamın bu kadar çaresiz görünmesi tesadüf değildi: Resimdeki kadın ve kızı, kadınlara özgü haklı bir isyanla adama saldırıyor değiller, MS hastası olan birini giydiriyorlar.

 

Aile, 1988.

 

Fakat tabii iş bununla kalmıyor. Resimdeki öfke hissinin bir gerçekliği var. Felçli eşine yardımcı olmak zorunda kalan bir kadının dürüstçe itiraf edilmiş yılgınlığı var orada. Doğrudan patriyarkaya yönelik bir saldırı tasvir edilmiş olsa, yorumlamak çok daha kolay olurdu. Ama kuşağının diğer iki ressamı, Lucian Freud ve Francis Bacon gibi, Rego’nun dürüstlüğü de takıntılı ve tehlikeli. Sanatçıya has, gösterilmemesi gerekeni gösterme cesareti eşlik ediyor feminizmine. Aile resminde, böyle berbat bir durumda birçok insanın hissedebileceği, anlatılması imkânsız, karmaşık duyguları paylaşıyor. Başka yere bakan kadının aklından ne geçtiğini biliyoruz. Elinde olmadan şöyle düşünüyor: Ne zaman bitecek bu çile?

Rego da, Freud’un resimlerindeki gibi, kaslı ve güçlü kuvvetli insan bedenini (kadınların bedenlerinden söz ediyorum) ham bir tutkuyla resmediyor; ama Freud’dan farklı olarak, iyi bir hikâyeyi de seviyor. Hogarth ve Goya geleneğinden gelen bir anlatıcı veya “tarih ressamı” denebilir onun için.

Üslubu Lucian Freud’unkine benzese de, Lucian’ın büyükbabası Sigmund’la daha fazla ortak yanı var Rego’nun. Harbiyeli Oğlan ve Kız Kardeşi (1988), bir başka adaletsizlik ve sapkınlık abidesi. Giorgio de Chirico’nun soğuk sürreel sahnelerinden fırlamış bir parkta, genç bir kız, erkek kardeşinin ayakkabılarını bağlamak için dizleri üzerine çökmüş. Oğlanın üniformasındaki ağırlık, kızın giysilerindeki bastırılmış ciddiyetle ve yanında duran cinsel çağrışımlı tuhaf nesnelerle örtüşüyor: baskınlığı ima eden çanta ve eldivenler. Bastırılmış duyguların akla gelebilecek en sapkın kanallardan aktığı, Freudyen bir kâbus. Rego öfkeli mi? Yoksa insan cinselliğinin tuhaflıkları onu eğlendiriyor mu?

 

Harbiyeli Oğlan ve Kız Kardeşi, 1988

 

Rego’nun trajikomik ve rahatsız edici güç ve şiddet tarihlerini boyadığı 1980’lerde güçlü, cüretkâr resimler rağbet görüyordu. Fakat o moda aniden sona erdi. Sanatta hikâye anlatmanın en havalı yolu fotoğraf veya video oldu. Rego yanlış zamanda yanlış yerdeydi: Londra 1990’larda, taş devrinden beri var olan resmin birdenbire “öldüğüne” kani olmuştu.

Rego ana-akımdan sapmıştı ama belki de zaten her zaman geçmiş ile bugün arasında kendine ait köhne, gizemli bir dünyanın parçasıydı. Sonraki eserleri daha da keskindir. Daha önce Degas’nın kullandığı pastel ve mum boyaya geçerek, eskisinden çok daha yeğin ve şehvani olan esrarengiz hikâyeler anlatmıştır. 1994 tarihli Köpek Kadın resminde, elleri ve dizleri üzerinde duran bir kadın görülür. Yüzünü havlıyormuş gibi buruşturmuş. Bunu yapmaya kim zorlamış onu? Faşist bir rejimin polisi olabilir. Veya belki sadomazoşist heyecanlar peşinde bir adam. Bir zulüm imgesi bu, ama aynı zamanda bir duygu vasıtası olarak bedenin sanatla keşfedilişi…[3]

 

Köpek Kadın, 1994