Ekspresyonist Dergiler ve Savaş

Ekspresyonist şiire musallat olan tüm temalar içinde savaş en kalıcı ve en takıntılı biçimde ifade edileni olmuştur. Savaş, henüz patlamamışken bile, İnsanlığın Alacakaranlığı[1] şairleri arasında, onların dünyaları, hayatları üzerinde gezinen büyük tehdit olarak mevcuttu. “Ekspresyonizm Ölüyor” çağrısında şöyle diyordu Yvan Goll: “Tek bir ekspresyonist bile reaksiyoner olmamıştır. Savaşa karşı olmayan, kardeşliğe ve topluluğa inanmayan bir tane ekspresyonist yoktur”. Doğru bir değerlendirmedir bu, ancak biraz abartıya kaçıyor Goll, çünkü geleceğin pasifistlerinin birçoğu önce milliyetçi bir evreden geçmiştir – Bertolt Brecht ve Ernst Toller bile.

Sınırların her iki tarafında da emperyalizmin güçlenişine tanık olunan bu yıllarda bir siyasal bilinç zayıflığı mı söz konusuydu? Muhtemelen öyledir ama bir yandan da kendi yalnızlıklarını ve burjuva âleminin yapılarını dağıtmaya dönük umutsuz bir irade vardı. 1914 öncesinde birçok ekspresyonistin şiirlerinde, yazılarında selametin ancak bir devrimden yahut savaştan gelebileceği ifade ediliyordu. Sosyalist Enternasyonal lime lime olmuşken Avrupa’yı darmaduman eden barbarlığa en ateşli biçimde karşı çıkanlar ekspresyonistler olmuştur.

Savaşın patlak vermesi sadece onların mesihçi umutlarının yıkılması anlamına gelmiyordu, tedirginliklerinin somutlaşmasını da ifade ediyordu. Birçok şiirde rastlayabileceğimiz bu “dünyanın sonu” imgesi, bu kıyametçi soluk, artık gerçekleşiyordu. Şiirlerinin ve gravürlerinin taşıdığı öngörü kabiliyetinin gücüyle kısmen sezinleyebildiklerini trajik biçimde yaşayacaklardı. 1920’ler boyunca onları giderek daha da radikalleşen bir angajmana sürükleyecek olan, savaşın kendisiydi. Aşağıda anlatacaklarımızı, kimi ekspresyonist dergilerin savaş karşısındaki tutumunun incelenmesiyle sınırlı tutacağız.

 

  

Die Aktion ve Der Sturm’un Kasım 1918 sayıları.

 

Aydınlar Bölünüyor

Ekspresyonist şairlerin 1914 savaşına karşıtlığının önemini kavrayabilmek için, savaş ilanının birçok Alman entelektüelinde, hatta en ilericilerinde bile ortaya çıkardığı kolektif histeriyi, milliyetçi ateşi aklımızın bir köşesinde tutmalıyız. II. Wilhelm'in emperyalist politikası neredeyse tüm Alman siyasi oluşumlarını “Kutsal Birlik”te toplamayı başarmış, hatta sosyal demokrasi dahi savaş kredilerini onaylamıştı. Çatışmaların ilk yılı boyunca, Alman entelektüellerinin büyük bir kısmı resmî propagandayı destekliyordu.

Max Weber ve Georg Simmel, Alman siyasetine karşı hayli eleştirel siyasi fikirlerine rağmen, seminerlerine yedek subay üniforması içinde geliyor, bu da öğrencilerinde büyük hayal kırıklığı yaratıyordu – özellikle de hem Simmel’in hem de Weber’in çevresine yakından bağlı olan Georg Lukács ve Ernst Bloch’ta. Heinrich Mann, Hermann Hesse, Franz Pfemfert, Leonhard Frank gibi yazarlar çatışmanın başlangıcından itibaren savaşa karşı olduklarını ilan edip onu kınadılarsa da, savaş Alman aydınlarının büyük bölümünün desteğini almayı başardı. Çatışmaların başlamasından iki ay sonra, Leuven, Alman birlikleri tarafından altüst edilmiş ve dört bir yanda harabeler yükseliyorken, 58 üniversite hocası ile edebiyat ve sanat dünyasının temsilcisi tarafından imzalanan, “93’ler manifestosu” adıyla bilinen ünlü Medeni Milletlere Çağrı adlı bildiri yayınlanır. Metni yazanlar Almanya'ya yönelik suçlamaları iftira olarak nitelendiriyor, savaşı “haklı ve iyi bir dava” olarak olumluyor, II. Kaiser Wilhelm’e ve onun pasifizmine saygı duruşunda bulunuyorlardı.

Bu çağrı, Alman halkını Goethe’nin, Beethoven’in, Kant’ın halkı olarak kutsuyor,  Almanya'nın masumiyetini vurguluyor ve Almanya’nın savunduğu davanın –ki bu bizzat medeniyetin davasıydı onlara göre– kutsallığını teyit ediyordu. Tanımlanamaz bir şovenizm barındıran bu metin Alman kültürünün en mühim temsilcileri tarafından imzalanmıştı. Sadece yazarlardan birkaçını saymakla yetinelim: Elli yaşında Alman ordusuna gönüllü olarak yazılan Richard Dehmel, Gerhardt Hauptmann ve kardeşi Carl Hauptmann, Hermann Sudermann, Max Halbe. Max Reinhardt da imzalar metni, Berlin Shakespeare topluluğunun başkanı Aloïs Brandl ve Max Liebermann, Hans Thoma, Wilhelm Trübner gibi bazı ressamlar da. Bu çağrı resmî propagandanın tüm tezlerini kapsamakla kalmayıp esas olarak içerdiği ırkçılık açısından çarpıcıydı. Bu ırkçı söylemin en uç noktalarından biri Germenler ile diğer halklar, beyazlar ile “Zenciler” ve “Moğollar” arasındaki karşıtlığın vurgulanmasıydı. Bunca Alman aydınının bu metni imzalamış olması, hem siyasal bilinçlerinin zayıflığını hem de demokratik inançlarının kırılganlığını gösteriyor. Thomas Mann, her ne kadar bu bildiriyi imzalamadıysa da savaş hakkındaki tutumu daha parlak değildi ve eğer ondan imza istenmediyse bu büyük ihtimalle Wilhelm toplumuna ilişkin eleştirel yaklaşımının bilinmesinden kaynaklanıyordu. Nietzsche'den esinlenerek, savaşta Alman ruhunun "şeytani" ve "kahramansı" unsurunu yüceltiyordu. Çoğu resmî milliyetçi gibi "Kultur" ile "Zivilisation"u karşı karşıya koyuyor ve Almanya'nın önderlik ettiği savaşı gerçek bir haçlı seferi olarak görüyordu. Thomas Mann'ın bu açıklamaları, hem kardeşi Heinrich hem de yazar Romain Rolland tarafından sert eleştirilere uğradı.

Almanya’da savaşa karşı tutum çok farklı çevrelerden geldi: samimi demokratlarla radikal soldan veya barbarlığa tutkuyla karşı çıkarken enternasyonalizme sarılan şairlerden. Onlarınki ne proleter ne sosyalist bir enternasyonalizmdi, kendilerine ait olmayan bir savaşta hayatlarını kaybedecek gençlerin enternasyonalizmiydi. Birçoğu İsviçre’ye sığınmak üzere Almanya’yı terk etti. İlk savaş karşıtı Almanlar arasında Heinrich Mann, Leonhard Frank ve Johannes Robert Becher’i anmak gerekir. Heinrich Mann tüm romanlarında, ama özellikle de Özne (1914), Yoksullar (1918) gibi eserlerinde, Wilhelm dönemi toplumuna ve yoksulluğuna ilişkin çok sert bir eleştiri ortaya koymuştu.

İsviçre’ye iltica eden Leonhard Frank savaşa karşı nefretini ifade ediyor, bunun sorumlularını mahkûm ediyor ve pasifist düşünceleri ile sosyalizme olan güvenini anlattığı meşhur öykü kitabı İnsan İyidir’i yazıyordu. Şair Richard Dehmel milliyetçi ateşe kapılırken, Arno Holz bu dönemde savaşın küçük bir kasabada yarattığı yıkımı teşhir eden şiirler kaleme alıyordu. Yavaş yavaş savaşa karşı başka ekspresyonist şiirler de çıkıyordu: Die Aktion’da yayınlanan metinlerin haricinde René Schickelé, Yvan Goll, Hanns Johst ve Albert Ehrenstein’ın, özellikle de 1918’den itibaren komünizme bağlanacak Johannes Robert Becher’in eserlerini anmak lazım.

Esasında savaşın başında yalnızca Fransa’da ve Almanya’da birkaç istisnai aydın çatışmalara karşı sesini yükseltmişti. Cenevre Gazetesi’nin 15 Eylül 1914 tarihli nüshasında Romain Rolland “Kavganın Üzerinde” başlığıyla savaş karşıtı manifestosunu yayınlatmıştı. Bu sırada Hermann Hesse de benzer yöndeki düşüncelerini dile getiriyordu. Kısa zamanda İsviçre’de küçük bir pasifist kolonisi oluştu: Ernst Bloch buna dahil oldu; Romain Rolland mektupları, anlatıları, manifestolarıyla buradan savundu görüşlerini; Cenevre’de Henri Guilbeaux, René Arcos ve 1915’te Siz İnsansınız adlı şiir derlemesini yayınlatan Pierre-Jean Jouve de kısa süre içinde ona katılır.

 

Ekspresyonistlerin Tepkisi

Fakat savaşın tetiklediği en büyük isyan, ekspresyonistler arasında doğdu. Bunun çeşitli nedenleri var. Kimileri geçici bir süre için bile olsa milliyetçiliğe sapıp yolunu yitirdiyse de birçoğu ânında pasifist tutum aldı. 1914-1915’ten itibaren Walter Hasenclever ve Hugo Ball savaşa karşı nefretleri dile getiriyordu. Ayrıca ekspresyonistler açısından bu savaşın nasıl bir kırım teşkil ettiğinin de altını çizmek gerekiyor: Alfred Lichtenstein 25 Eylül 1914 günü öldürüldü, E. W Lotz ve August Macke 26 Eylül’de, Ernst Stadler 30 Ekim’de, Georg Trakl 3-4 Kasım’da intihar etti, Hans Ehrenbaum-Degele de 1914 yılında hayatına son verdi, August Stramm 1 Eylül 1915’te öldürüldü, Franz Marc 4 Mart 1916’ta, R.J. Sorge 20 Temmuz 1916 günü, Whilelm Morgner Ağustos 1917’de, Robert Jentsch 21 Mart 1918’te, Geritt Engelke 15 Ekim 1918’de, Franz Nölken 4 Kasım 1918’de…

Çatışmaların başından itibaren Franz Pfempfert etrafında toplanan Die Aktion [Eylem] çevresi kararlı biçimde savaş karşıtı bir tutum alır. 1914 yılının sonunda Hasenclever, Pinthus, Zech, Leonhard, Ehrenstein nasıl bir pozisyon alacaklarını konuşmak üzere Weimar’da toplanır. Hasenclever, René Schickelé’ye savaşla birlikte yayını durdurulan Die Weissen Blätter’i [Beyaz Yapraklar] tekrar çıkarmayı önerir. O dönem bir dizi dergi sansürün gadrine uğramıştır: Ludwig Rubiner’in Zeit-Echo’su [Zaman Yankısı], tıpkı Weissen Blätter gibi İsviçre’de yayınlanmak zorunda kalır; Wilhelm Herzog’un Das Forum’u yasaklanmıştır. Bu dergiler “düşman” ülkedeki sanatçılara ilişkin makaleler de içerir. Zeit-Echo’nun ikinci cildinde (Sonbahar 1915) Picasso’nun bir taşbaskısı mevcuttur, bir sonraki sayıda Charles Péguy anısına Franz Bei imzalı bir yazı yer alır. Franz Pfemfert Die Aktion’da Péguy’ye, hatta ölü sanılan André Derain’e özel birer sayı ayırır.

 

  

Sol: Die Aktion dergisi kapağı, Ekim 1914; Egon Schiele’nin Charles Péguy portresiyle. Sağ: Die Aktion, Kasım 1914

 

Pasifistlerin faaliyetleri, Weissen Blätter’in 1916 başında Zürih’e nakliyle yoğunlaşır. İsviçre, savaş karşıtı Almanların ve Fransızların, pasifistlerin, aktivistlerin, ekspresyonistlerin, dadaistlerin iç içe geçtiği yoğun bir sanatsal hareketlilik odağı haline gelmiştir. Rubiner’in Zeit-Echo’su da 1917’de buraya yerleşir. Yvan Goll Lozan’da yaşıyordur. 1916’dan itibaren aralarında [Dada’nın kurucularından] Richard Huelsenbeck, Hugo Ball ve eşi Emmy Hennings’in de bulunduğu başka yazar ve sanatçılar da bu ülkeye sığınır.

Fakat tüm bu sürgünleri birleşik bir cephe oluşturuyormuş gibi de düşünemeyiz: Dadaistler ile ekspresyonistler savaş karşısında alınacak tutum konusunda tartışır. Yvan Goll’e göre savaş karşıtlığı idealist, mesihçi ve hümanist bir karşı çıkış; gereksiz ölümleri, insanların kurban edilmesini reddetmektir. Tzara’ya göre ise aslolan, burjuva toplumunun genel bir reddiyesi ve onun gülünç duruma düşürülmesidir. Dolayısıyla ikisi birbirinden nefret eder; Goll Tzara’yı muharebe meydanında düşenlere hiçbir saygısı olmayan, onları da kendi nihilizmine atıp buharlaştıran “adi herifin teki” olmakla suçlar.

Fransız ve Alman toplulukları genellikle aynı kentlerde oturmakla birlikte o kadar da yakın değildirler. Romain Rolland’ın manifestoları kuşkusuz bilinmekte ve kimi Alman yazarlar onu ziyaret etmekteyse de, ilişkiler sınırlıdır. 1917’de İsviçre’de en mühim Avrupalı yazarlara rastlayabiliriz: James Joyce Zürih’te yaşar fakat Arp, Stefan Sweig, Emil Ludwig, Tzara, Else Lasker-Schüler ve Franz Werfel de sıklıkla bu kentte kalır. Fransızlar arasındaki en ilginç simalardan biri, şüphesiz, enternasyonalist bir sosyalist militan olan Marcel Martinet’dir. Fransız sansürü tarafından basımı engellenen şiirlerini 1917’de İsviçre’de yayınlar. 1919’da tamamlanan oyunu Gece, 1922’de Troçki’nin önsözüyle yayınlanır. Martinet, Romain Rolland’a ve “Alman şairlere, meçhul kardeşlere” ithaf ettiği savaşa karşı şiirler yazar. Yvan Goll “Avrupa’da Düşenlere Ağıt”ı kaleme alır; Ehrenstein şiirlerini Katledilmiş Kardeşler’e adar. Şiirler, bildirgeler, beyanatlar, öyküler: Neredeyse hep ekspresyonistler tarafından yazılmış eserlerdir bunlar.  

 

Üç Dergi, Üç Tutum

Dergiler de savaşa karşı bu muhalefet akımları içinde temel bir rol oynar. Hepsini anmak mümkün olmadığından birkaç örnekle sınırlı kalacağız: F. Pfempert’in Die Aktion’nu, Schickelé’nin Die Weissen Blätter’i ve Herwarth Walden’in Der Sturm’u. 

Neredeyse hemen savaşın başlamasının ardından pasifist veya enternasyonalist tutumları savunduğundan şüphelenilen bir dizi edebiyat dergisi sansüre uğrar. 1915 yılının başında Das Forum, derginin yöneticisi Wilhelm Herzog’un savaş karşıtı bir yazısı nedeniyle yasaklanır. Birkaç aylığına yayını durdurulan Die Weissen Blätter önce Berlin’de, 1916’dan sonra da İsviçre’de yayınlanır. Sanat dergilerinin çoğu siyasal konuları ele almaktan imtina etmek ve özellikle de savaşa karşı herhangi saldırıdan kaçınmak zorunda kalır.

 

  

Sol: Die Weissen Blätter dergisi, Ekim 1915 sayısı kapağı. Sağ: Aynı sayıda Franz Kafka’nın “Die Verwandlung” (Dönüşüm) adlı öyküsü.

 

Sansüre boyun eğmeyi reddedenler 1918’den itibaren tamamen yasaklanır. Rubiner’in Zeit-Echo’su ilk başlarda savaşa karşı bir yayın olma iddiasında değildir. Savaşın sanat hayatı üzerindeki yansımalarını göstermek, ressamların, yazarların ve şairlerin savaşı nasıl yaşadığını ele almaktır amacı. Fakat Rubiner temkinli bir biçimde dergisini Münih’te değil de Bern’de yayınlatmayı seçer. Almanya’da yayınlanmaya devam eden ve gerçekten savaş karşıtı olan tek dergi Wieland Herzfelde’nin Neue Jugend’idir [Yeni Gençlik]. İtaatsizlikten dolayı ordudan geri gönderilen Herzfelde, Berlin’de savaştan nefret eden ancak herhangi bir faaliyete de girişmeyen bazı sanatçılarla tanışır. Savaşa karşı bir dergi yayınlamayı tasarlar ve 1916’da Neue Jugend’i çıkarır. Bu dergi kâğıt üstünde Charlottenburg lise öğrencilerinin yayınıdır. Fakat durum fark edilince dergi sansür tarafından hızla yasaklanır. Ardından kendi kurduğu yayınevi Malik Verlag’tan Else Lasker-Schüler’in bir romanını yayınlamak için izin alır ama onun yerine aynı dergiyi, bu kez “Amerikan formatı”nda yani renkli bir büyük gazete boyutlarında yayınlar. Walden’in Der Sturm’u ise “kavganın dışında” kalmak ister gibidir. Anılarında Herwarth Walden’in partneri olan Nell Walden “o dönemde onun için sanat ile siyaset arasında herhangi bir ilişki yoktu ve savaşla ilgili tasaları yalnızca çeşitli avangardlar arasındaki bağları koparmasına ilişkindi” diye anlatır. Walden’in siyasallaşması, “Bolşevik yazılar” kaleme alması 1927’den sonradır ve Der Sturm’da savaşa yapılan göndermeler yalnızca çatışmalarda hayatını kaybeden sanatçılarla ilgilidir. Başka dergiler siyasallaşır yahut radikalleşirken, Der Sturm sadece [ekspresyonist tiyatronun öncülerinden] August Stramm’ın kelimelerin sesi hakkındaki kuramlarıyla ilgileniyor gibidir.

 

Oskar Kokoschka ve Herwarth Walden, Berlin 1916

 

Pfemfert’in Die Aktion’unun pozisyonu çok daha farklıdır. Savaştan önce dergide mevcut olan eleştirel eğilimler giderek ateşli bir savaş eleştirisine dönüşür. Başlarda Pfemfert savaş sırasında derginin yalnızca edebiyattan bahsedeceğini açıklamıştır ancak resmî propaganda tarafından yüceltilen milliyetçiliğe ve emperyalizme karşı tutumunu ifade etmek için farklı yollar bulur. Die Aktion’un çatışma yılları sırasında yayınlanan sayılarını tekrar okuduğumuzda savaş hakkında, onun vahşetini teşhir eden şiirlere rastlıyoruz, tıpkı Wilhelm Klemm’in Savaş Dizeleri gibi. Sansürden kaçabilmek için Ich schneide die Zeit [Zamanı Kesiyorum] başlığı altında, yan yana getirildiğinde savaşın ve onca Alman aydınının kapıldığı ahmaklığın feci bir eleştirisini teşkil eden gazete kupürleri yayınlamak gibi bir yönteme başvurur Pfemfert. Bu alıntılanan pasajların yanında hiçbir yorum bulunmaz fakat Die Aktion’un sayıları ücretsiz biçimde cepheye gönderilir ve askerler tarafından, tıpkı Erwin Piscator gibi, siperlerde heyecanla okunur. Bu ücretsiz gönderileri finanse edebilmek için Pfemfert bir miktar nüshayı lüks kağıda bastırır ve bunların satışından elde edilen geliri kullanır. Pfemfert’in en nefret ettiği ise, insanlığın karşısındaki en büyük tehlike olarak gördüğü şovenizmdir. Bu nedenle birçok özel sayıyı Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Polonya, Çekoslovakya, Belçika gibi farklı ülkelerden yazarlara ve sanatçılara hasretmiştir.

Die Aktion, ihtiyatlı ve dolaylı bir şekilde İsviçre'ye sığınan pasifistlerin yanında saf tutarken Der Sturm onları küçümser, bu da Pfemfert'in, ticari eğilimleriyle alay ettiği Der Sturm ve Walden'a tepki göstermesine yol açar. Die Aktion ve Der Sturm'un 1918'de yalnızca bir ortak yazara sahip olduğunu da belirtmek gerekir. Franz Richard Behrens, Die Aktion’da Ludwig Rubiner'e ithaf ettiği “Du darfst nicht töte” [Öldürmemelisin] gibi siyasi şiirlerini yayınlarken, Der Sturm”a siyasi olmayan eserlerini verir. Fakat aynı yılda Die Aktion ile Die Weissen Blätter’in her ikisine de yazan birçok kişi vardır: Yvan Goll, Max Hermann Neisse, Albert Ehrenstein gibi. Öte yandan hem Die Weissen Blätter’e hem Der Sturm’a birden katkıda bulunan kimse yoktu. Schickelé’nin dergisi, daha savaştan da önce sanat üzerine değerlendirmeler ile siyaset hakkındakileri olabildiğince bağlantılı kılmak istiyordu. Weissen Blätter’in İsviçre’ye yerleşmesinin ardından bu savaş eleştirisi daha da yoğunlaşacaktır. Bununla birlikte ortak yazarlara rağmen Pfemfert ile Schickelé arasında herhangi bir bağ olmadığını da vurgulamak gerekir. Savaş karşıtlarının tümünün hakiki bir birleşik cephe oluşturamamış olması da dikkate değerdir. 1914-1915'te Weimar'da Walter Hasenclever'in çağrısıyla Rudolf Leohnard, H.E. Jacob, Martin Buber, Albert Ehrenstein ve Paul Zech gibi yazarları biraraya getiren ünlü savaş karşıtı yazarlar "konseyi" toplandığında, o sırada Berlin’de bulunan Schickelé buna katılmaz, Pfemfert ve Herzog davet bile edilmemiştir. Hugo Ball 31 Aralık akşamı dostlarını balkondan “Kahrolsun savaş” diye bağırmaya davet edince, aldığı tek yanıt “İyi seneler” olmuştur. Bu küçük çevrelerde –ki bunlara 1917’den itibaren Kurt Hiller’inkini eklemek lazım– dile getirilen savaş eleştirisi, ilerde faşizmin düşmanlarının iltica ettikeri ülkelerde yapacaklarının aksine, birleşik denebilecek bir cephe oluşturmaya varmaz.

 

Conrad Felixmüller, Franz Pfemfert’in Portresi

 

Hiç şüphesiz Die Aktion savaş karşıtı propagandadaki en aktif dergilerden biri olmuştur. Bizzat çatışmaların orta yerinde sembolik özel sayılar yayınlamaktan geri kalmaz. 1917 Noel’i için çıkarılan özel sayıda Kral Hirodes üzerine bir diyalog bulunur. Kral tüm çocukları öldürme emri verir fakat sonuçta kendisi de Tanrı tarafından cezalandırılır ve şeytan ile ölüm tarafından sürüklenir. Öldürülen çocuklar ile Avrupa gençliği, Kral Hirodes ile Kayzer arasındaki özdeşleştirmeler aşikârdır. Meleklere hasredilen şiirler barışa yakılan ezgilerle biter, her ne kadar bu barış İsa’ya veya Meryem Ana’ya bağlansa da. İsa’nın gelişi teması ekspresyonistlerin daha iyi bir dünyanın geleceğine ilişkin mesihçi fikirlerini serbeste geliştirmelerini sağlar. Pfemfert tarafından seçilen gazete kupürleri Almanya’daki kömür kıtlığı ile Sovyet Devrimi’ne ilişkindir. 1918 Paskalya’sında Pfemfert derginin özel sayısını Golgotha’ya, tanrının ölümüne ayırır. Burada da yine, dinî motiflerin ardına siyasal temalar gizlenmiştir. İsa’nın yeniden doğuşu, çatışmaların sona ermesine çağrıdır; onun ölümüne neden olan delilik, savaşa neden olan çılgınlığa benzetilmiştir. İsa'nın mezarının yanında kefen olarak siperlerin çamuru bulunur ve cephedeki hayatı çağrıştıran birçok şiir vardır. Gerçekten de Die Aktion savaşa dair olabildiğince gerçekçi manzaralar çizen sayılar yayınlamaktan geri kalmaz. Verse vom Schlachtfeld [savaş alanından dizeler] başlığı altında mevzi savaşını, siperleri, eve dönme arzusunu tasvir eden birçok şiir yayınlanır. Pfemfert siyasal fikirlerini gizlemez, çeşitli kuramsal yazılar aracılığıyla bunları ifade eder: sosyalizm ve anarşizm hakkında yazılar, 1917’de Bakunin’in Herzen’e mektupları, Marx’ın Franz Mehring tarafından kaleme alınan biyografisinden bir bölüm, gibi. Die Aktion’un bir özel sayısını Marx’a ayırmış, Komünist Manifesto’yu bastırmıştır. Marx’tan seçtiği metinlerin hepsinin sembolik bir anlamı vardır: kapitalizm eleştirisi, bir savaşa devrimle son verme imkânının tartışılması.

Schickelé’nin Die Weissen Blätter’i de hayli aktif olmuştur. Bir yıl aradan sonra dergi 1918’de Svend Borberg’in savaş öncesi yılların toplumsal ve ideolojik durumunu analiz etmeye çalıştığı ve savaşın krize karşı bir çözüm oluşturduğunu gösteren metinleriyle yeniden yayınlanıyordu. Burjuva dünyası, emperyal Almanya, acımasızca eleştiriliyordu. Borberg’in değerlendirmeleri ekonomik alanla sınırlı değildi: Savaşı hazırlayan ahlaki krizi, teknik ilerleme ile ruh arasındaki karşıtlığı da analiz ediyor ve bu çerçevede Georg Simmel'in anti-kapitalist romantizmine ve aynı zamanda ekspresyonist şairlere özgü çeşitli temalara da temas ediyordu. Bu perspektiften bakıldığında savaş, doğrudan emperyalizmler arasındaki bir çatışma olarak değil, 19. yüzyıldan bu yana tüm Avrupa'ya damgasını vuran bir çatlağın sonucu olarak görünmektedir. Bunun yanı sıra Borberg’in tüm tezleri siyasal eyleme yer bırakmayan bir tarihsel kaderciliğin damgasını taşır. Bu, hiç şüphesiz Die Weissen Blätter’in ideolojik bakışının Pfemfert’inkinden en çok ayrıldığı noktadır: Savaş, teknik çağın; ruhu unutan, onu makineye kurban eden bir dünyanın kıyametinin sonuca ulaşmasıdır sadece. Bu nedenle savaşa karşı mücadele teknolojik dünyayla da mücadele demektir – birçok ekspresyonist eserde de bulunan bir temadır bu (bilhassa Georg Kaiser’in Gas üçelemesi ve Ernst Toller’in Maschinenstürmer’i). Die Aktion’un siyasal pozisyonları anarşizm ile Bolşevizm arasında salınırken, Weissen Blätter’inkiler Alman sosyolojisinin KulturKritik’inin ötesine geçmez. Makalelerde herhangi bir şekilde savaşın ekonomik karakterini açığa çıkarmaya gayret edilmez; maddenin karşısına tin, ilerlemenin karşısına ruh çıkarılır ve barbarlığa karşı öznelliğin savunusunu üstlenerek mücadele etmeye çalışılır. Rusya’daki durumun, Rasputin’in ölümü haricinde, hiçbir biçimde söz konusu edilmemesi dikkate değerdir ve Rus Devrimi’nin kendisi birkaç yankının dışında herhangi bir iz bırakmaz. Almanya’daki Kasım 1918 hadiselerinin ardından René Schickelé “Bolşevizm” hakkında fikirlerini beyan eder ve şiddetsiz şekilde sonuca ulaşmadığından Ekim ihtilalini mahkûm eder. Schickelé ve Weissen Blätter’in yaklaşımı sonuna kadar tinselliğin devrimini yüceltmekle sınırlı kalır. Der Sturm’a gelince, Walden savaş yıllarında herhangi bir etkin tutum almaz ve Der Sturm’un “ekspresyonizmin organı” olduğunu hatırlatmakla yetinir. Walden’i “iş peşinde” ve “tüccar” olarak nitelendiren Pfemfert’in saldırılarına Der Sturm “devrim bir sanat değildir, fakat sanat bir devrimdir” diyerek derin bir hor görüyle yanıt verir.

Ekspresyonist sanatçıların ve şairlerin gelişimini büyük oranda belirleyen, savaşın yarattığı dehşet ve isyandır. Mermi ve şarapnelle biçilen bu pasifist kuşak Kasım Devrimi’nde etkin bir rol oynama arzusuyla Bavyera ve Berlin işçi konseylerine katılmakta gecikmez. Şüphesiz tüm ekspresyonistler birer militan haline gelmez ancak Kokoschka, Benn, Kornfeld gibileri mücadeleden ayrı dururken Pfemfert, Herzfelde, Piscator, Goll, Carl Einstein savaşla birlikte radikalleşir. İdeolojileri çok farklıdır; Almanlaştırılmış bir Bolşevizm, mesihçi ütopyacılık ve sosyalizm, anarşizm, hümanizm durmaksızın iç içe geçer, ancak savaş karşısındaki tutumlarını ele almadan ekspresyonizmin kaderini anlamak mümkün değildir.

 

Der Sturm dergisi kapağı, Kasım 1916, Oskar Kokoschka’nın oto-portresiyle.

 

Her birinin sezinlediği kıyameti gerçekleştirerek birçoğunu gerçekliğe sürükledi savaş. 1918 sonrasında hâlâ insanlığa inanmak, dünyayı –ne denli cömert ve ateşli olurlarsa olsunlar– kelimelerle, söylemlerle, çağrılarla değiştirme imkânına inanmak zordu. Savaş bizzat zihinlerde bile tahrip edilmemiş az şey bıraktı. Yazar ve yayıncı Kurt Wolf, heykeltıraş Ernst Barlach, ressam Heinrich Campendonk (Sturm çevresinden) orduya alınmamayı başardıysa da ekspresyonist şairlerin önemli bir kısmı hayatını yitirdi bu savaşta. Kokoschka ve Fritz Lang yaralandı. E. Ludwig Kirchner felç ve depresyon krizleri sonrasında ilk intihar teşebbüsünden ucuz kurtuldu, Ernst Toller hapse atıldı ve psikiyatri kliniğine kapatıldı, George Grozs neredeyse aklını yitiriyordu.

Dolayısıyla 1914 savaşı ekspresyonizmin hem zirvesini hem de can çekişmesini teşkil eder. 1918’den sonra hareket düşüşe geçer – tam da Almanya’da yayılmaya başlamış; temeldeki isyanı, ilhamı artık ölmüş olduğu için daha çok kabul görmeye başlamışken. Ekspresyonizmin uzun ezgisi artık gerçekliğe temas etmez. Kurt Hiller ve “aktivistler”, birçok ekspresyonizm temsilcisinin katılacağı işçi konseylerinin oluşumuna çağrıda bulunur. Fakat aralarından sadece sınırlı bir kısmının hakiki bir siyasal bilinci vardır. Marx’tan çok Nietzsche’ye bağlılık gösterirler; yalnızca Johannes Robert Becher gibi bazıları gerçekten komünizme katılacaktır. Toller, askerî eylemde bulunmak istediğinde bile mesihçi sosyalizminden vazgeçmez. Bertolt Brecht’i radikalleştirecek, Erwin Piscator’un ikinci doğumunu sağlayacak olan yine bu savaştır; hatta Macar Devrimi’ni tetiklemesi itibariyle dolaylı yoldan Lukács’ı Marksizme sevk edecek olan da odur. Savaşı takip eden yıllar muhtemelen ekspresyonistlerin en yoğun angajman dönemini oluşturur. Her ne kadar Walden ancak yavaş yavaş siyasete ısınmaktaysa da, Die Aktion’un zirveye ulaştığı yıllardır bunlar: Dergisi 1932’ye kadar yayınlanacak olan Pfemfert, Spartakist Birlik’ten koptuktan sonra (Ocak 1920) giderek kısır bir dogmatizmin eşlik ettiği anti-entelektüalist bir tutuma batacaktır. Tüm bunlarla birlikte bu dergilerin ve özellikle de onunkinin 1914 Avrupa’sında ne anlama geldiğini unutmamak ve 1919 Macar avangardının o mühim dergisinin, Lajos Kassak’ın Ma’sının[2] yine Pfemfert’le bağlantılı olarak gelişeceğinin altını çizmek lazım.

 

Kaynak: “Les Revues expressionnistes et la guerre”, Paris-Berlin, Fransa Almanya arasında ilişkiler ve tezatlar 1900-1933 sergisinin kataloğu için kaleme alınmış (1978). Ara başlıklar e-skop tarafından eklenmiştir.



[1] Kurt Pinthus tarafından 1920’de yayınlanan ve dönemin önemli Alman ekspresyonist şairlerin eserlerinin yer aldığı antoloji – ç.n.

[2] Bkz. Jean-Michel Palmier, Budapeşte 1919: Bir Avangard Doğuyor – ç.n.

skopdergi 20