25 Ocak 2011 tarihini milat alan Mısır Devrimi’nin ardından şöyle yazıyordu Hamid Dabashi: “Eğer sanatın rolü bize imkânsız görünenlerin özgürlükçü siyasetini hayal etmekse, sanat, devrimci siyasetimizi takip etmekten ziyade ona liderlik etmelidir”.
Sermayeyi reddedişimiz, şizofrenik bir ret: Onunla yolumuzu ilelebet ayırmak istiyoruz, ama bunu yapamıyoruz veya bu bize çok zor geliyor. Sermaye yaratmaya son verme mücadelesi aynı zamanda sermayeye olan bağımlılığımıza karşı bir mücadele. Yani, yaratıcı yetilerimizi, üretme gücümüzü, üretici güçlerimizi özgürleştirme mücadelesi.
Zapatistler olarak bizler, insanlara ne oy verme ne de oy vermeme çağrısında bulunuyoruz. Bizim, Zapatistler olarak yaptığımız tek şey, her fırsatta insanlara direnmek için örgütlenmelerini ve ihtiyaçları uğruna mücadele etmelerini söylemek.
Duyuların İmparatorluğu, şok ve cazibe, arzu ve iğrenme, nefret ve histeri, duygulanım ve korku üzerinde yükseliyor. Bu duyguları tetikleyebilme, yönlendirebilme, dolayımlayabilme ve pazarlayabilme yetisi çağdaş iktidarın alamet-i farikası.
Sanatsal bilgi üretimi, diğer akademik bilgi üretim metotlarından farklı olarak kendi üretim stratejilerini ve dolaşım mekanizmalarını kurar.
Hakiki hayırseverliğin özü hediyedir: safi harcama, Bataille’ın terimleriyle söyleyecek olursak “verimli olmayan harcama”. Gerçek mesenler para kaybederler ve itibarlarını tam da buna borçludurlar. Oysa, ne Pinault ne de Arnault sanata yatırdıkları paralardan ötürü beş kuruş kaybediyor.
Giderek kentlerimizi, köfte, fıstık, kavun, havuç heykellerinin yanı sıra, dinozor, robot, vakvak heykelleri sarıyor. Bir de selfie çeken Şehzade Mustafa Heykeli çıktı ki ortaya, gerçekten eşşiz.
Zaman zaman, kendi sınırlarının ötesine geçebilen kahraman bir proleter de çıkar elbet: Açlıkla, soğukla, eğitimsizlikle mücadele edip olağanüstü bir irade gücü gösteren işçi, tüccarın oğlunun hiç cefa çekmeden yaptığını başarabilir. Ama işçiden bütün bunları gayet doğalmışçasına beklemek, hakarete denk düşen bir duyarsızlık göstergesidir.
Teknik açıdan baktığımızda, her mekanizma insanlara ait bir işlevi gasp eder. Otomasyonun politik bir bilinçdışı vardır: Üretim sürecini otomatize etmeye yönelik her girişimin altında, asla isyan etmeyecek ve zam istemeyecek “mükemmel köleyi bulma” arzusu yatar.
Bu tez, geleneksel sanat tarihi yaklaşımının epistemik sınırlarını aşan erken Cumhuriyet dönemi sanat oluşumlarını, sanatın kavramsallaştırılması doğrultusunda inceler ve bu sınırları oluşturan farklı karşılaşmaları ortaya çıkarır.
Birkaç hafta önce Guggenheim yetkilileri, Abu Dhabi’deki şubenin “dinamik kültürel alışveriş için bir fırsat sağlayacağı" şeklinde demeç verdi. Bir süredir, acaba bu dinamik kültürel alışverişe katılan sanatçıların ve yazarların kaderi, seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması ve sınırdışı edilmek mi olacak, diye merak ediyordum.
Yirminci yüzyıl dönümünde yaşamış en velut, gündelik hayatın türlü hallerine en duyarlı kalemlerden Ahmed Rasim (1864-1932) Servet-i Fünun dergisindeki ilk yazılarından birini fotoğrafa ayırmıştı.
Yazar olmak, son derece savunmasız bir hayat sürmek demektir. Yazarsanız, hep ayazdasınızdır. Kendi başınızasınızdır, kimseniz yoktur. Ne sığınacak bir yeriniz, ne sizi koruyanlar vardır – meğerki yalanlar söyleyin, o zaman tabii kendinizi sağlama alırsınız, ki bu da bir politikacı olduğunuz anlamına gelir.
Venedik Bienali’nin açılış gününde, aralarında G.U.L.F, Gulf Labor, Sale Docks ve Macao adlı örgütlerin üyelerinin de bulunduğu yaklaşık 40 kadar eylemci Peggy Guggenheim Koleksiyonu’nun rıhtımını işgal etti.
Kenan Evren salt diktatör değildi, 'sanatçı' diktatördü. 'Sanatçı’ payesini, başka resimlerden yaptığı beceriksiz, heveskâr kopyalar sayesinde değil, cunta rejimini desteklemiş olan sanat hamisi iş adamlarının yardakçılığı sayesinde edinmişti.
Kenan Evren öldü. Kendisiyle tek ilişkim, 1982 yılındaki Anayasa oylaması sırasında çizdiğim Mavi karikatürlerini "Bakınız vatan hainleri ne diyor..." diye televizyonda okumasıydı.
Foucaultcu bir mimar olmak, onun tezlerini tekrarlamaktan değil, bu tezleri aynı inandırıcılıkla genişletmekten geçiyor. İşin aslı, Foucaultcu bir mimarın kabul etmesi gereken ilk şey, Foucault’nun, mimarinin barındırdığı iktidarı hafife almış olduğu yolundaki paradoksal gerçektir.
Yakın zamanda Paris’in yeşili zengin muhiti Bois de Bologne’da açılan Louis Vuitton Vakfı’na yaptığım ziyaret, genişleme politikaları, ticari anlayış ve kötü sanat hakkında uzun uzun düşünmeme sebep olmanın yanı sıra, çoğu nahoş kimi duygular da doğurdu.
Özellikle 1980’den sonra uygulanmaya başlayan özelleştirme uygulamaları ile Türkiye’de özel sektörün görünürlüğü ve etkisi artmış, yatırımları çeşitlenmeye başlamıştır. Bu doğrultuda kültür ve sanat alanı, özel sektörün yeni yatırım alanı haline gelmiştir.
Mesleğe gazetecilikten geçen Galeano, edebiyat dışı yazına nükteli ve şiirsel bir dil katarak küreselleşme karşıtı hareketin başşairi haline geldi.
Guggenheim Müzesi, Abu Dhabi Guggenheim’ın inşaatında çalışan işçilerin maruz kaldığı insanlıkdışı muamele sebebiyle 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda bir kez daha gösterilere sahne oldu.
Hâlâ bir gösteri toplumunda yaşıyoruz – enformasyona olan bağımlılığımız imgelere yatırım yapmamıza engel değil. Modern ve çağdaş sanat müzelerinin, eğlence deneyimini el üstünde tutan bir kültürle ilişkisi nedir?
Sanatçı, devrimci olmadan, kurtuluş mücadelesine bilfiil bağlanmadan devrimi ifade edemez. Devrimci Sanat, gettoda, dayak yediğin polisten, demagog politikacılardan ve açgözlü iş adamlarından öğrenilir, güzel sanat okullarında değil.